18 Aralık 2012 Salı

Yugoslavya'da futbol: Tribünlerden siperlere...



Srdjan Vrcan ve Drajen Laliç 1999 yılında kaleme aldıkları makalelerinde, Yugoslavya’daki taraftar gruplarının Yugoslav Savaşı’ndaki rollerini bu şekilde özetler: “Tribünlerden Siperlere, siperlerden tribünlere”. 
Yugoslavya’nın inşasında en önemli kültürel simgelerden biri olan futbol, ülkenin yıkılmasında da önemli bir role sahipti. Teknik üstünlüğe dayalı “Tuna Ekolü”nün en önemli temsilcilerinden biri olan Yugoslavya, sosyalizmin spor politikalarıyla birlikte futboldaki özgün yerini daha da perçinlemişti. Sadece tek bir alanda değil, farklı sportif branşlarda da uzmanlaşan Yugoslav futbolcuların fizik üstünlüğüne bir de kolektif oyun anlayışı eklenince, “Tuna Ekolü”nü aşarak kendi ekolünü “Yugo Ekolü”nü yaratan Yugoslav futbolu dünya futbolunda çok önemli bir yere sahip oluyordu.
Dahası, forvette Hırvatların, orta sahada Sırplarla Boşnakların, defansta Slovenlerin harikalar yarattığı Yugoslav futbolu, Yugoslavya’nın birliğinin de simgesel yansımasıydı. Yugoslav futbolunun zirvesi 1991 yılında Kızılıyıldız’ın Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kaldırmasıdır. Kızılyıldız kadrosu Yugoslavya’nın özeti gibidir: Hırvat kökenli Prosineçki, Sırp Mihayloviç ve Yugoviç, Boşnak Şabanoviç, babası Sırp annesi Sloven Biniç, Makedon Pançev ve Naydovski, Karadağlı Saviçeviç...
1991 Mayıs’ında alınan kupa trajik bir sürecin hüzünlü bir bitiş noktasıdır aynı zamanda. Yugoslav futbolu tarih sahnesinden silinmeden önce altın golünü atıyordu. Henüz bir sene önce Zagreb Maksimir Stadyumu’nda oynanan Dinamo Zagreb – Kızılyıldız maçında çıkan olaylar Yugoslavya’nın dağılmasının simgesel bir özetini sunuyordu. Bir çok kişi bu maçta çıkan olayları Yugoslavya’yı dağılma sürecine götüren olayların başlangıcı olarak kabul etmektedir.
Yugoslavya’yı bir arada tutan Tito’nun Mayıs 1980’de ölümü üzerine ülkede önce iktisadî kriz, sonra da bunun ertesinde de siyasî kriz baş göstermişti. Yugoslavya’yı bir arada tutan Tito, ne yazık ki bu birlikteliği sağlamlaştıracak bir yapıyı oluşturmakta başarısız kalmıştı. 1980’ler aynı zamanda futbol taraftar gruplarının ortaya çıktığı dönemdir.
Burada bir parantez açmamız gerekiyor: Sınıf ve kimlik birbirlerini olumsuzlayan, birbirlerini “değilleyen” kavramlardır. Sınıf mücadelesinin, sınıf iktidarınının altını oyduğunuz vakit, bu boşluğu ancak “kimlik”lerle doldurabilirsiniz. “Kimlik” bu boşluğu doldurduğu müddetçe, “sınıf” kendisine yeniden yer bulmakta zorlanır. “Sınıf savaşı”nın dinamizmi yerini başka mücadelere, kimlik çatışmalarına bırakır.
Parantezi kapattıktan sonra devam edelim.
1973 yılında yapılan anayasal reformla federatif yapıdan konfederatif yapıya geçen Yugoslavya “özyönetim”i çok açık bir şekilde işçi sınıfının dayanışmasını da ulusal aidiyetlerle boğmuştu. Bu konjontürde, “sınıf”ın yerini “kültürel kimlikler”in aldığı aşikârdır. Fakat, sınıf kimliğiyle yoğrulmuş sosyalist nitelikli bir ulusal kimliğin –Yugoslav kimliğinin- yerini doldurmak için kültürel alanın farklı mecralarında farklı farklı aidiyetlerin yaratılması, keşfedilmesi, yeniden üretilmesi gerekir. 1980’lerde ortaya çıkan taraftar örgütlenmelerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Taraftar kimliklerinin, etnik kimliğe dayalı milliyetçilikle aynı güzergâhta yol alması, aynı süreçte ortaya çıkması bu anlamda tesadüf değildir.
 1980’li yıllarda kurulan taraftar örgütleri, Yugoslav iç savaşında tribünlerden siperlere savaşçı devşirmekte önemli rol oynamışlardır. Sırbistan’da, Bosna’da, Hırvatistan’da siyasetçilerin futbol kulüpleri ve taraftar gruplarıyla ilişkilerine bir çok örnek verilebilir.
Yugoslav iç savaşı sona erdiğinde ise, oluşan yeni düzende uslu durmayan taraftar liderlerinin çoğu günah keçisi ilan edilip yargılanmış, bazıları çeşitli cezalar almış, bazıları sokak ortasında infaz edilmiş, uslu duranlar ise yeni yönetimlerin manipülatif politikalarında önemli rol oynamıştır. Siperlerden yeniden tribünlere dönmüşlerdir. Son iki haftadır Bosna liginde yaşanan, en son Zeljeznicar – Hajduk Split maçında çıkan olaylarla doruğa ulaşan bu durumun arkasında yatan dinamik budur.
İnternette “holiganizm, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna” gibi anahtar sözcükleri tarayarak, son yıllarda bu ülkelerde futbol kaynaklı şiddet olaylarının basit bir dökümü yapılabilir. Yolsuzluklarla, kötü yönetimlerle boğuşan halklar göz göre göre futbol sayesinde manipule edilmektedir. 4 Ekim 2010 tarihinde yapılan genel seçimlerden bu yana tam tamına bir senedir hükümet kurulamayan, fiyatların sürekli artış gösterdiği fakat ücretlerin sabit kaldığı Bosna’da iki haftadır futbol ve holiganizm konuşulmakta.



Kıssadan hisse... 
Kıssadan hisse çıkarmadan önce bir noktayı açığa kavuşturmak gerekiyor: Futbol zevkli bir oyun, eğlenceli bir etkinlik. Oynaması da, izlemesi de... Seyir zevki için maça gitmek ayrı şey, bir takımı desteklemek, arkadaş grubuyla maçlara gitmekten keyif almak başka şey, futbolu merkeze koyan bir hayatı yaşamak, futbola hakettiğinden fazla değer vermek, anlam yüklemek başka bir şey.
Nasıl ki, sırf ilerici kuvvetler de içinde yer alıyor diye Kuzey Afrika’daki hükümet değişimlerini “devrim” olarak nitelendiremiyorsak, devrimci marşlardan tezahürat besteleri çıkarılıyor diye, Başbakan stadyumda yuhalanıyor diye, bazı taraftar grupları Che Guevara posterleri asıyor diye taraftar gruplarını devrimci özne yerine koyacak değiliz. Sınıf mücadelesinin dinamiğini, kültürel aidiyetleri yaratarak, keşfederek, yeniden üreterek boğmak sadece bugünün emekçilerine değil, günümüzde tezahürat haline getirilen o devrimci marşları mücadaleleriyle bedel ödeyerek yazanlara da yapılan -en hafif tabiriyle- bir “hakaret”tir.
 Vrcan, Srđan ve Lalić, Dražen. “From Ends to Trenches and Back: Football in the Former Yugoslavia”, Football Cultures and Identities. Der. Gary Armstrong ve Richard Giulianotti. Londra: MacMillan Press. 1999. 176-189.
"haber.sol.org.tr  Özgür Özkan yazısından alıntıdır".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Devamı Oku: Blogger Page Navi,Blogger Sayfa Numaralandırma